Bilgi, Güven ve Toplum: Bilim İletişiminin Kavramsal ve Tarihsel Bir İncelemesi
Künye
ÖZDEMİR, Nihal. "Bilgi, Güven ve Toplum: Bilim İletişiminin Kavramsal ve Tarihsel Bir İncelemesi". FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, 26 (2025): 75-98.Özet
Modern yaşamın her katmanına nüfuz eden bilimsel bilgi, yalnızca bireysel yaşam
pratiklerinin değil, toplumsal karar alma süreçlerinin de asli belirleyeni haline gelmiştir.
Bu nedenle, bilimin ne olduğuna dair sorunsallaştırma, yalnızca felsefî değil, aynı
zamanda epistemolojik ve siyasal bir zorunluluk olarak karşımıza çıkar. Bu makale,
bilimsel bilginin örgün yapısı ve tanımına ilişkin kavramsal tartışmalarla başlayarak,
bilimin doğasına dair ortak bir tanımın zorluğuna rağmen onun sistematik bilgi üretimi
karakterini vurgular. Ancak burada kalmayarak, bilimsel bilginin toplumsal dolaşımına,
paylaşılabilirliğine ve özellikle de bilim iletişimi kavramına odaklanır. Çünkü bilgi,
kamusallaşmadıkça güce dönüşemez.
Bilim iletişimi, yalnızca içerik taşıyan bir araç değil; bilgiyle kurulan toplumsal
ilişkinin biçimini ve değerini belirleyen kültürel bir işleyiştir. Bu çerçevede popüler
bilim pratikleri, yalnızca sadeleştirilmiş anlatılar olarak değil; sorumluluk ve görünürlük
üretmeye yönelik entelektüel eylemler olarak ele alınmaktadır. Türkiye bağlamında kimi
güncel girişimlere yer verilmekle birlikte, bilim iletişiminin hâlen marjinalleştirilmiş bir alan olarak görüldüğü; akademik çevrelerin bu alana hem kurumsal hem etik düzeyde
yeterince sahip çıkmadığı eleştirel bir bakışla tartışılmaktadır. Oysa bilimsel bilginin
meşruiyeti, üretildiği laboratuvar kadar, dolaşıma sokulduğu kültürel bağlamlarda da inşa
edilir. Bu tartışma, tarihsel bir örnekle somutlaştırılır: 17. yüzyıl İngiltere’sinde Robert
Boyle’un deneyleri üzerinden gelişen “sanal tanıklık” uygulamaları, bilimsel güvenin
yalnızca gözlemle değil, anlatım tarzı, temsiliyet biçimi ve taşıyıcı öznenin nitelikleriyle
birlikte kurulduğunu gösterir. Boyle’un centilmenlik kültürünü bilimsel iletişimin
bir zemini hâline getirme tarzı, güvenin yalnızca bireyler arası değil, bilgi ile toplum
arasındaki bağlamlarda da şekillendiğini gözler önüne serer. Sonuç olarak bu çalışma,
bilim iletişiminin yalnızca bilgi aktarma süreci olmadığını, aynı zamanda bilginin
değerini, işlevini ve yönünü belirleyen bir kültürel sorumluluk alanı olduğunu ileri sürer.
Bilimi kamuyla buluşturmak, onu yalnızca daha anlaşılır kılmak değil; aynı zamanda
toplumun hak ettiği epistemik muhataplık düzeyini tanımaktır. Bu anlamda, bilgiyi
üretmek kadar paylaşmanın da tarihsel, etik ve siyasal boyutları olan bir yükümlülük
olduğu vurgulanmaktadır. Scientific knowledge, which influence every aspect of contemporary life, has
become not only a determinant of individual practices but also a fundamental element
in collective decision-making processes. Therefore, questioning the nature of science
is not merely a philosophical endeavor but an epistemological and political necessity.
This article first revisits classical and modern debates on the definition of science,
emphasizing its organized and systematic nature, while acknowledging the inherent
difficulty of establishing a universally accepted definition. It then shifts The study
further extend its focus to the circulation, translation, and public engagement of
scientific knowledge, arguing that without being shared, knowledge cannot attain
cultural or political power.
At the core of this inquiry lies the argument that science communication is not
a mere transmission of information but a multilayered cultural practice involving
trust-building, representation, and legitimation. In this context, popular science is
approached not as diluted knowledge, but as a form of epistemic responsibility and public visibility. The article offers a critical reflection on the marginalization of science
communication in the Turkish academic landscape, where it is rather overlooked
regarding institutionalization and ethics. Yet, the legitimacy of science depends not
only on its internal coherence but also on the contexts and channels through which it is
communicated and received.
This discussion is anchored in a historical case study: The emergence of “virtual
witnessing” in 17th-century England through the experimental practices of Robert
Boyle. Boyle’s communication strategy rooted in the cultural codes of gentlemanly
honor and rhetorical restraint demonstrates how epistemic credibility was constructed
not only through observation but also through narrative, testimony, and performative
objectivity. Then as now, the legitimacy of science is closely tied to the trust placed in its
communicators.
Ultimately, this article argues that science communication is an intellectual and
ethical responsibility. It is not merely about simplifying technical content, but about
cultivating a relationship between science and society grounded in mutual recognition
and trust. In this regard, to speak of science is always to speak of how and by whom it
is communicated.



















